ÜÇÜNCÜ DÜNYACILIKLA ANTİ-EMPERYALİZM SİYASİ ŞİİR DÜKKANINA GİRDİKLERİNDE
Natama 1, Süreyyya Evren
Türkiye'de nicedir giderek büyüyen Kürt/Kürdistan meselesi her tür tartışmanın tepesinde bugünlerde. Türkiye'de ekonomiyi konuşmak için, eğitimi konuşmak için, sınıf ilişkilerini konuşmak için, üniversiteleri konuşmak için, aklınıza ne gelirse onu konuşmak için Kürdistan'ı konuşmak şart, Kürt demek şart, Kürt'e değinmek şart. Daha yaygın yakıcılıkta bir meselesi yok Türkiye'nin. Şimdilerde çıkartılan küresel savaş baltaları bile buraya bağlanıyor. Her bir şeyi konuşurken Kürt'e ihtiyaç var, bir tek şiir konuşurken ihtiyaç yok! Hiç Kürt demeden Türkiye şiirinin yakın dönem tarihleri yazılıyor, tartışmaları özetleniyor, şiirleri alıntılanıyor; yetmiyor, yeni yazılar, yeni dergiler, yeni şiirler birbirini izliyor, gene Kürt'e ihtiyaç yok!..
İllüzyon, gözbağcılık, şöyle çalışır: beyin, kendi öngörü sistemine aşırı güvendiğinden, öngördüğünün gerçekleşeceğine o kadar inanır ki öngördüğünü gördüğünü sanır. Türkiye şiiri de Kürdistan'ı şiir dışı bir mesele olarak öngörmeye kendi kendini öyle güçlü ikna etmiş ki şimdi gerçekten şiiri bu sorunun dışında kendi gözleriyle gördüğünü sanıyor. Şiirin dışında olan Kürdistan değil Türkiye şiiri olmasın?
Türkiye, en eski sömürgecilerdendir. Bugün kot taşlamadan fındık toplamaya, yeni iktidarın hırslı disiplini inşaatçılıktan Tuzla'ya, Türkiye'nin ağır proleteryası da Kürtler, paryalaştırılmaya çalışılan da onlar. Türk burjuvazisi tipik sömürgeci refleksleri gösteriyor. Asker, silah ve devlet gönderiyor, legal sömürge emeğini maksimum kullanıyor, fabrikalarını Çin'e falan taşımaya da gerek kalmıyor.
Türk entelektüelinin Fransız aydınlanmasını alırken paketten çıkan 'insani' bir refleksi de vardır: ezilenlere acımak ve onları ezilenler kategorisinde tutarak desteklemek! Cezayir savaşı sırasında Fransız solundaki farklı cevapları listeleyin bizim haritamız da çıkar. Doğrudan karşı olanları bir kenara koymak kolay da bir de ezilenleri destekleyenler vardır. Buradaki kritik soru, kritik ayrım şuradadır: ezileni sana bağlı, muhtaç olduğunda mı sadece destekliyorsun yoksa ezileni özneleştiğinde, kendi kaderini kendi ellerine aldığında, failleştiğinde de 'tanıyor' musun? Tanımak burada hukuktaki anlamıyla varlığını kabul etmek anlamında tanımaktır. Ezileni destekleyen Fransız-Türk sömürgeci aydın, ezilenin özneliğini tanımadığında, dikkate değer tek özne olarak kalmaya devam eder sahnedeki. Ne düşündüğü, hangi ideolojiyi izlediği, hangi ilkelere, hangi etik kurallara bağlı olduğu farkeden hala ve yalnızca odur, tanınası tek fail odur, ezilenler özne/fail olarak tanınmazlar. Desteklenirler. Bu da onlara yetmelidir. (Örtük ima, neyin iyi olduğunu bilebilecek, kendileri ve dünya için neyi isteyeceklerini bilebilecek seviyede olmadığıdır zavallı ezilenlerin). Yani, eziksen senden yanayım, senden yana olmakla ahlaklılığını, azizliğini ilan eden benim, özneleşir, kendi adına konuşmaya kalkar, kendin bir faile dönüşmek istersen beni unut, buz gibi soğurum senden, mesafeli bir yere geçer, seni kimlerin kullandığını, kimlerin maşası olduğunu, nasıl çürütülebilir argümanlarla nasıl manasız işler peşinde koştuğunu söylerim.
Bu aydınlanmacı Fransız-Türk aydını refleksi o denli yerleşiktir ki Kürt kendi özneliğini yarattığında, kendi kendini erklendirdiğinde, kendisini bir fail olarak sahneye tanıttığında aydın onu tanımaz, tanıyamaz. Onun arkasında tanımaya alışkın olduğu başka büyük güçler arar. Kafasındaki hiyerarşide kendisinden altta olan sömürge insanını kendi yolunu çizen özneler olarak tanıyamadığından bu eski kuklalarını şimdi başkalarının kuklası olarak hayal edebilir ancak. Solcuysa bu çirkin hamlesini üçüncü dünyacılık veya anti-emperyalizm gibi sözde dünya ezilenlerinden yana terimlerle kamufle eder.
Böylece Cezayirlinin/Kürdün acılarını doğru temsil eden, edebilecek olan tek öğe o kalır, sömürgecinin aklı başında, rasyonel, anti-emperyalist, üçüncü dünyacı, solcu aydını; sömürülenin kendisi kendi acılarını temsil etmekte ve bu acılarla ve bu acılara karşı ne yapacağını belirlemekte yetkisiz kılınır, o bilemez, o çocuktur, güçsüzdür, şeker verilip kandırılır, nereden biliyoruz biz daha önce kandırmıştık oradan, ve bu sömürge aklı sözde sömürgecilik karşıtı tarafından en el kol bağlayıcı formuna kavuşturulur. Sömürgenin özneleşmesini tanımamanın sollaştırılarak kara para aklar gibi sol terminolojide aklanması.
Anti-emperyalizm savunuculuğunun Türk soluna Türk sağından geçtiği uzun uzun yazıldı. Tarihsel kazı bunu söylüyor. Biz bugününe bakalım. Bugün ne işe yarıyor. Bugün öncelikle Türkiye insanının Türkiye'nin eski ve yeni sömürgelerine yönelik manalı, vicdanlı politikalar geliştirmesini, tutumlar almasını engelliyor. Kürdistan ve emperyalizmden bahsederken mevcut sömürge ilişkilerini atlayıp uzak bir takım küresel sömürgecilere odaklanırsanız hedef şaşırtır, mücadele edenleri sömürgeciler karşısında güçsüzleştirirsiniz. Dahası Osmanlı'nın yüzlerce yıl sömürüp inlettiği bölgeleri Osmanlı Barışı martavallarıyla pazarlayan muktedirlerin kamuoyu manipülasyonlarını kolaylaştırırsınız. Böyle böyle de savaşlar çıkar, size de süper vicdanlı savaşkarşıtları olmak düşer. Üçüncü dünyacılık ve antiemperyalizm söylemleri sıklıkla olduğu gibi yine yerli burjuvazinin, sözde muhalifi olarak ona ilişmiş ulusal solun, küresel emperyalistlerle yapılacak düzenlemelerde ve anlaşmalarda kendi paylarını uluslarının ezilenleri ve sömürgeleri aleyhine arttırmalarını sağlar. Anti-emperyalizm emperyalistlerin ve yerli muktedirlerin işine gelen bir alete dönüşür, Türk ve dünya sömürgecileriyle mücadele edenleri de güçsüzleştirmeye yarar.
Türkiye Ortadoğu'nun bilmemkaç yüzyıllık kadim sömürgecisi olarak bölgeyi karıştırmaya uğraşırken, kendi emperyal günlerini liderlerinin ağzında, gözünde açıktan özler ve kendince yeniden aynı emperyal varlığını üretmeye çalışırken 'tam bağımsız Türkiye'den bahsetmek kadar hedef şaşırtıcı ne olabilir? Ortadoğu'dan emperyalistleri kovmaktan bahseden birinin ilk önce Türkleri kovması gerekmiyor mu? Sonuçta Türkiye bölgenin çok daha eski ve çok daha derin izler bırakmış sömürgecisidir, Batılı sömürgeciler bölgede Türkiye'ye göre hala yenidirler, karşılaştırınca. Ve Türkiye azıcık güçlenince, kendini çok daha güçlendi zannedip emperyal arzularla müdahalelere girişmekte değil mi bugünlerde? Bu ne demektir, olur da Türkiye daha da güçlenirse eski rolüne geri dönmenin yollarını arayacak ve bölgeyi geri almaya yönelecek. Buradaki dilin bir detayına dikkat edin: buranın asıl sahibi biziz, asıl bizim sömürgemiz buralar, dilidir bu. Bakın sözde İslamcı muhalefet, yeni İktidar transferi, ve iktidarın olası gelecek yüzü Numan Kurtulmuş ne diyor, Budapeşte'ye kadar gidip Batı'yı aldığımız günler güzeldi, daha sakindi, Ortadoğu çok karışık, ayağımıza dolanıyor demeye gitrmiyor mu? Emperyal arzular o denli net, imparatorluğun kaybedilmesinden doğan yas öylesine elle tutulur ve saklanmadan sahipleniliyor ki fırsat bulunsa Balkanları geri almak isteyecek akıllar iktidara yürüyor. “Suriye meselesi içişlerimizdir” ifadesinde gördüğümüz gibi. Bu söz İngiltere Başbakanının “Hindistan'daki karışıklıklar bizim iç meselemizdir” demesine benzeyen bir sözdür. Amerika Afganistan'a girmek üzereyken Tam Bağımsız Amerika diye bağıran bir Amerikan solu olabilir mi? Rusya Çeçenistan'a girerken Tam Bağımsız Rusya diye bağırılır mı? Japonya Kore'yi inletirken de Tam Bağımsız Japonya mı diyordunuz? Artı bu “tam bağımsız” dili bizi gene devletlere bağlayan bir dildir. Küresel sistemi de yanlış anlamamıza yolaçacak bir dil görünümünde. Küresel sistemde devletler birbirleriyle işbirliği halinde, büyük şirketlerle işbirliği halinde, gruplaşmalarla, ittifaklarla çalışıyorlar ve yukarıdan aşağıya piramidal çıkar ilişkileri örgütlüyorlar gene mega şirketlerle birlikte. ABD'nin, Birleşik Krallık'ın, Rusya'nın, Türkiye'nin, İspanya'nın, bu tip yeni eski sömürgeci ülkelerin bölünmesinin dünya solu açısından neden kötü olduğunu açıklayabilecek biri var mı acaba? Bakın şimdi Katalonya'nın İspanya'dan ayrılmasına en çok liberaller üzülüyorlar.
KÜRDİSTAN SORUNSALI VE ŞİİR
Türkiye şiir ortamında bir Kürdistan sorunsalı yok! En politik geçinen çevrelerde dahi böyle bir sorunsal yok. Yaşanan andan bu kadar kendini saklama, yalıtma olabilir. Ve bu yalıtmanın sebepleri nelerdir diye sorulacak elbet birgün de biz şimdiden sormak istiyoruz.
Şiir açısından tarihsel de bir sıkıntı. Geriye bakıldığında bir boşluk hissedilecek. Türkiye'nin Kürt sorununda yaşadığı büyük değişim şiirinden hissedilmiyor. İstiklal Savaşı döneminde İstiklal Savaşı'ndan hiç bahsetmeyen edebiyatçılara geriye doğru bakıp şaşıranlar vardır. İşin ilginci aynı kişiler bugünkü durum karşısında kayıtsız olabiliyorlar. Bu biraz da söyleyecek söz bulamamaktan kaynaklanıyor.
Bir diğer nedeni de ellerindeki “siyasi şiir” aletinin bir boka yaramamasıdır. Bize 'siyasi şiir' değil, 'siyaseti olan şiir' lazım bugün.
Siyasi şiir bir kalıp şiirdir, siyaseti önceden bellidir. Şiirin siyasetle ilişkilenmesinin tek meşru yolu olarak görüldüğü sürece de eleştirilse bile iktidarda kalır. Ne kadar çirkin olduğu, yaratıcılıktan uzak olduğu söylenerek eleştirilmesi manasızdır. Mesele ne kadar siyasi olarak etkisiz olduğuna bakmakta. Gerçek siyasi etkiyi siyaseti olan şiir yapar. Sözgelimi Ece Ayhan şiirinin bu sayede çok kalıcı bir siyasi eleştirellik öğrettiğini, yaydığını, eleştirel siyasi etki yapmaya devam ettiğini görüyoruz. Ece Ayhan şiirini okumak, okutmak, siyaseten radikalleştirici bir pratik olarak dolaşımda. Ama öte yandan siyasi şiir olsun için yazılmış sözgelimi Ataol Behramoğlu şiirinin herhangi bir siyasi etkisi görülmüyor. Zaten belirli bir siyasi pozisyona oturanlar mevcut pozisyonlarını onayla(t)mak için şiir yayıyorlar sıklıkla. Ki bu da siyasi bir etki değil, sosyal bir etki. Kendilerine, kendi sosyalliklerine yarıyor sadece, dışarıya siyasi etkisi yok, faydası yok, radikalleştiriciliği, eleştirellik yayıcılığı, uyandırıcılığı, uyarıcılığı yok, en ufak Ece Ayhan şiirinin okurlar üzerinde yapabildiği etkilerin tamamen dışındalar. Veya mesela Hilmi Yavuz 12 Eylülle birlikte döndüğü için eleştiriliyordu Yücel Kayıran tarafından. Bu yaygın bir eleştirinin en ciddi çalışılmış sunumu olduğu için anıyorum. Halbuki mesele şuydu: sorun Mustafa Suphi Destanı'ndan dönmesinde değil Mustafa Suphi Destanı'nın kendisindeydi gerçekte. O iyi bir şey değildi ki oradan dönmek problem olsun. O tam da siyasi şiirdi.
Şiir Kürdistan sorununun tam ortasında olmadığı sürece sahici de değil siyasi olarak. Çaktırmadan devleti savunarak olmaz bu işler. Şair bu devletin şairiyse zaten eline düşüyor sözünü dinleyen.
YETMEZ AMA EVET AŞISI İLE GÜÇLENEN ORTODOKSİ ve ORTODOKS SİYASİ ŞİİR
Son süreçte Türkiye'de yetmez-ama-evetçilik bir aşı etkisi yaptı Türk ortodoks soluna ve ortodoksiyi güçlendirdi. En büyük zararı belki de bu oldu. Ağaçlara yapılan anlamında değil de hastalıklara karşı bağışıklık sağlama amacıyla yapılan, zayıflatılmış hastalık virüsü olarak aşı.
Yetmez-ama-evetçilik o kadar çabuk ve ağır yanıldı ve bu yanılgıyla öyle kötü hesaplaştı, günün moda tabiriyle krizi öyle kötü yönetti ki çok büyük kredi kaybına uğradı. Bu işler böyle özgürlükçülükle falan işte ancak buraya kadar olur mesajı verdi. Artık bu dilden gelecek bütün eleştirilere karşı aşılanmış, önü açık bir Türk ortodoksisi var ve bunun izlerini de kısa zamanda görecek gibiyiz.
Sürecin bir etkisi daha oldu, Kemalistler ve genel olarak Kemalizm, merkez sol ve Kemalist gençlik, iktidardan düştükten sonra özgürlükçü sol tarafından farklı muameleye uğramadılar, aynı güçle tekmelendiler, bir yandan da siyasi iktidar tüm gücüyle onları marjinalize ediyordu. Kemalistler bir ölüm kalım savaşı verdikleri duygusuyla yaşıyorlar, köşeye sıkıştıkları son günlerini yaşadıkları hissiyle dolular. Her alanda dışlandıklarını, marjinalleştirildiklerini, kovulmak, yok edilmek üzere olduklarını konuşuyorlar. Bu da radikalleşmeye açıklık getiriyor. Radikalleşecekleri zaman da ortodoks sola kayıyorlar. Anarşist olacak halleri yok, DSİP'e gidecek halleri de yok. İşçi partileri, TKPler, BirGünler ÖDPler ve diğerleri ortodokslaştıkça daha da fazla genç Kemalizan katılımcı bulacaklar, buluyorlar. Ve artık bu ortodoks sol eleştiriye karşı aşılı. Hiçbir şey dinlemek istemeyenler çoğaldı ve çoğalacak.
AKP bile isteye ve yetmezamaevetçilik de bir hesap hatası sonucu zaten otoriter bir siyaset kültürü olan Türkiye'yi genel olarak daha da otoriterleştirdiler.
Çok yakında sol içinde darbeciliğin açıktan terimi terimine sahipleneceğini görürsek şaşırmayalım. Yukarıdan inmecilik açıktan meşrulaşırsa kimse hayret etmesin. Milliyetçilik uğradığı meşruiyet kaybını geri alacak gibi görünüyor. Ben demokrasiye karşıyım diye söze başlamak giderek gerçekte solda olduğunuzu ispat eden geçer akçeye dönüşebilir.
Meşruluk akışı ortodoksiye doğru. Şu anda bir Sultan Galiyev Partisi açlığı hissediliyor. Yeni konjonktür gereği vicdan siyaseti yapan sosyalist İslamcılar dahi bu hatta yakın duruyorlar. Yani sadece iktidara gelen anakım neo-Özalist İslamcılık tümgüçlü haline gelince devletleşip milliyetçileşmiyor, ona aşağıdan muhalefet eden sosyalist İslam da işbirliğini milliyetçi ortodoks solla yapıyor, onlar da tam bağımsız Türkiye'den bahsediyorlar. Hep birlikte haliyle savaşa kolayca gidebiliyoruz, fazla gerekçeye bile ihtiyacımız olmuyor.
Üstelik iktidarın bütün gücü ele geçirince artık meşru olmaya ihtiyaç duymadığını ve özgürlükçü sol müttefiklerini de, yetmez-ama-evetçileri de, liberal, sol liberal müttefiklerini de harcadığını gördük. Artık iktidar kimseye ihtiyacı olmadığını düşünüyor. Kürtaj meselesinde gündelik hayatın denetlenmesine ve yeniden düzenlenmesine nasıl fütursuzca girdiklerini gördük. Kinci nesil yetiştirme projelerinin açıktan dillendirilmesi, 4+4+4, inşaat kültürünün büyümesi de başka bir boyutuydu işin.
Hal böyleyken, ortodoksinin tercihi olan 'siyasi şiir'ler sanki siyaseti şiir alanında temsil eden şiirlermiş gibi pozlar takınabiliyorlar. Hayır, iktidarı, ortodoksiyi, devlete bağlı belirli bir siyaset tipinin temsil ediyorlar. Bir de onların karşısında aşağıdan siyaset var, ezilenlerin özneleşmesini tanımak var, yerli güç konumlarını pekiştirmek için savunulan anti-emperyalizmlerin değil Türk sömürgeciliği dahil bütün sömürgeciliklerin aşağıdan eleştirisi var. Siyasi şiir değil tek siyasetle uğraşan şiir, bir de siyaseti olan şiir var.
Sanatsal radikallik siyasi radikallikle kolayca kaynaşır gerçekte. Birliktedir. Siyasi ortodoksi o yüzden sanatta da eli kolu bağlıyor.
Bu yoğun karanlık altında, siyaseti olan şiir için ne yapılabilir, soru budur...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.